Translate

9 Ekim 2017 Pazartesi

Bilinçaltındaki 21 Gün Kuralı Nedir?



Herhangi bir alışkanlık kazanmak istediğinizde ya da bir alışkanlığınızı değiştirmek istediğinizde çevrenizden daima duyduğunuz bir cümle vardır:” 21 gün dayanırsan geçer!”. Kimimize göre bir şehir efsanesinden farkı olmayan bu cümle aslında içinde ciddi bir bilim barındırıyor. İnsanların çoğu için bu süre yetersiz ya da gereksiz olarak görülebilir. Oysa 21 gün beynin yeni bir şeyi kabullenmesi ya da var olan bilgiyi unutması için tamamen yeterli bir süre.
21 Günün Gizemi Nedir?
Bu gizem, yeniden öğrenmeyi destekleyen, olumlu ya da olumsuz inançlar ile davranış halini almış alışkanlıkları terk etmeye yarayan beynin ihtiyaç duyduğu süredir. Beynin yeniden programlanabilmesi için 21 günlük bir süreye ihtiyacı vardır. beyin 21 günde kendine format atarak yeniden programlanır.
Kuantum, Newton gibi fizikten beslenen herkesin, kısaca bilim insanlarının da desteklediği bu kural bir hurafe değil gerçektir. Kişi böylece kendine istediği alanda yeniden format atabilme yeteneğine sahip olabilir.
21 Gün Kuralını Diyet Yaparken Kullanabilirsiniz
21 gün kuralı kişinin sadece fiziksel bedenini değil, aynı zamanda ruhsal dönüşümünü de desteklemesi açısından önemlidir. Diyet yapan biri için en zor zamanlar ilk günlerdir. Genel olarak baktığımızda pek çok kişi tatlı yeme alışkanlığı sebebi ile diyetini devam ettiremez. Oysa 21 gün kuralını uygulayan bir kişi, 21 gün boyunca ağzına tatlı sürmediği takdirde beyin bu tadı kendine format atarak unutacak, böylece diyet yapan kişinin tatlı yeme isteği de ortadan kalkacaktır.

 Yeni Alışkanlıklar Kazanmak Çok Daha Kolay

Bir alışkanlığı ondan kurtulmaya çalışarak değiştirmeniz oldukça zor. Oysa yeni bir alışkanlık kazanmanız sandığınızdan çok daha kolay olacaktır. Aynı şekilde kötü bir alışkanlığı yok etmek de yeni bir şey öğrenmekten zordur. Eğer yeni bir alışkanlık kazanmak istiyorsanız, hiç ara vermeden 21 gün boyunca aynı alışkanlığı tekrar ettirmeniz gerekmektedir. Çünkü alışkanlık haline dönüştürmek istediğiniz yeniliğin zihinde ve hücresel bellekte kalıcı olarak yerleşmesi 21 gün sürer.
Alışkanlıklar tekrarlanarak kazanılırlar. Zihniniz ve kaslarınız her gün düzenli olarak tekrar edilen bir şeyi otomatiğe bağlar. Bireysel gelişim yolculuğunuzda bilinçaltınıza bir süre tanımanız yerinde olacaktır. Bu sürede bilinçaltınız olgunlaşacaktır. Burada asla unutmamanız gereken tek kural var; 21 gün boyunca istediğiniz şeyi hiç sekteye uğratmadan her gün düzenli olarak yerine getirmeniz geriyor.

Yürüme Eylemini Düşünerek Yapmıyoruz

Sık tekrar ettiğiniz şeyleri bir süre sonra düşünmeden yaptığınızı fark ettiniz mi? Sabah uyandığınızda istemsizce yüzünüzü yıkadığınızı ve yürüdüğünüzü fark etmeniz bile tekrarlanan şeylerin düşünmeden gerçekleştirildiğine örnek olarak verilebilir. Bu açıdan düşündüğümüzde hayatımızdan çıkmasını istediğimiz ve hayatımıza katmak istediğimiz tüm davranışları düzenli tekrarlar ile yaşamımızdan uzaklaştırmamız ya da kazandırmamız mümkün olacaktır.
Kaynak: Kadın.com

Yarım kalmışlık Sendromu ya da Zeigarnik Etkisi


Zeigarnik etkisi, ilk kez Rus psikolog Bluma Zeigarnik tarafından keşfedilmiştir ve yarım kalmış, tamamlanmamış şeylerin daha kolay hatırlanabildiğini ortaya koyan bir kavramdır. Ve bu etki bize, yarım kalmış aşklarımızı unutamayışımızı, yarıda bıraktığımız şeylerde sürekli aklımızın kalışını çok net açıklar aslında. Ve “Devam edecek” şeklinde en önemli yerinde yarıda bırakılan diziler, bu psikolojik etkinin en bariz örneklerinden sayılabilir.


Rus psikolog Bluma Zeigarnik’in (resimde solda, evet solda, hayır erkek olan değil, soldaki kadın) ismiyle anılıyor. Viyana’da gittiği restoranda otururken tuhaf bir durum Zeigarnik’in dikkatini çekiyor. Garsonların siparişleri sadece servis sürecinde hatırladıklarını fark ediyor. Servisi tamamladıklarında siparişler hafızalarından buharlaşıp gidiyor.
Çalışmalarına dönen Zeigarnik bu durumla ilgili bir teori geliştirmeye koyuluyor. Laboratuar ortamında bir deney oluşturuyor. Deneklere yirmi kadar basit görev veriyor; bulmaca çözmek, ipe boncuk dizmek gibi görevler. Yalnız bazen araya girip yapmakta oldukları işi yarıda kesmelerine neden oluyor. Daha sonra deneklere hangi görevin daha çok akıllarında kaldığı soruluyor. Tamamladıkları işlerden çok yarım bırakmak zorunda kaldıkları işleri hatırlayanların sayısı diğerlerinin iki misli çıkıyor. Arkası Yarın
İşte size bir ipucu daha: Seyirciyi o kanalda tutmak için televizyoncuların kullandığı en eski numaralarından biridir haftalık dizi filmler. Dizinin son sahnesi şok edici, yarım kalmış, sonucu belli olmayan bir resimle biter örneğin. Kahramanımız balkondadır ve arkasından yaklaşan bir gölge onu sırtından iter. Sahne burada dondurulur. Kahramanın düşüp düşmeyeceğini öğrenmek için ertesi haftayı beklememiz gerekiyordur.
Sonra şu yazıyı görürüz: DEVAM EDECEK
Ertesi hafta sonucu görmek için yine o kanalı açarsınız çünkü gizem aklınızda kalmıştır, zihninizi hâlâ meşgul etmektedir. Tamamlanmamıştır.
Büyük romancı Charles Dickens da aynı tekniği kullanırdı. Eserlerinin çoğu, daha sonradan tam olarak yayımlanmış olsa da önce tefrika halinde basılmıştır. Oliver Twist örneğin.

Madem Başladım O Zaman Bitireyim
Bütün bu örneklerin ortak noktası şu ki, insan bir işe başladı mı onu yarım bırakmaktan çok bitirmeye eğilimli oluyor. Erteleme illetine şayet haddinden büyük bir işle karşı karşıyaysak tutuluyoruz ve o işe başlamayı sürgit geciktiriyoruz. Bu da genellikle ya nasıl ya da nereden başlayacağımızı bilemediğimiz durumlarda oluyor.
Zeigarnik Etkisinin bize öğrettiği şu ki, ertelemeyi yenmekte kullanabilecek bir silah varsa o da bir yerden, herhangi bir yerden başlamak.
En zor kısmından başlamayın elbette. Önce daha kolay olan kısımları deneyin. Büyük bir projenin bir parçasının bile altından kalktığınızda gerisi gelecektir. Bir kere başladınız mı içinizde bir dürtü oluşur. “Madem başladım, bitireyim.” Zihninizin gerisinde, farkında bile olmadığınız bu küçük ses sizi o görevi tamamlamaya teşvik eder. Dünyanın her yanında onca insan Lost dizisini nasıl seyretti sanıyorsunuz?
Gayet basit bir tekniktir bu ama sıklıkla aklımızdan çıkar; yine gidip bir işin en zor kısmına dikeriz gözümüzü ve gözümüzde büyütürüz işi. “Yapamayacağım” düşüncesi ertelemenin en sevdiği kardeşidir.
Yalnız Zeigarnik Etkisinin önemli bir istisnası var. Bir şeyi elde etmek için yeterince motive olmadığımız durumlarda bir işe yaramaz. Şurası gerçek ki, bir şeyi imkânsız ya da sıkıcı buluyorsak zahmete girmeyiz.
Ama ulaşılabilir bulduğumuz bir amaç için sadece bir adım atmak çok büyük bir fark yaratır.
Yani uzun lafın kısası, yarım bıraktığımız her şey zihnimizi oyalar...
Kaynak: Kuraldışı 




11 Eylül 2017 Pazartesi

Katarakt Günlüğüm 3. Bölüm



Gözümü bandajladıktan sonra yüzüme, gözüme beş gün su değdirmenin yasak olduğunu tembihleyip eve yolluyorlar. Bu sıcakta yüzümü ve saçlarımı yıkayamama düşüncesi hiç hoşuma gitmiyor, ama yapacak bir şey yok. Ameliyat biteli birkaç dakika olmuş ama zerre kadar acı çekmiyorum. Bunu beklemiyordum doğrusu. Ama ne kadar heyecan yaptığımı şimdi anlıyorum, çünkü kan şekerim aniden düşüyor. Eve dönüş yolu on dakika sürse de bana çok uzun geliyor. Güneşin parlaklığı da dayanılmaz. Eve varır varmaz uzanıyorum, enerjim yok oldu bir anda, bedenim yapılan müdahaleye tepki gösteriyor belli ki.

Ameliyattan iki saat sonra ilk kez damla damlatmam gerek. Yani bandajı söküp, yeni görüşümün test sürüşünü yapabileceğim. Çok heyecanlıyım, çünkü ameliyattan sonra ilk gördüklerim epey bulanıktı. Ne kadar zamanda düzelir acaba? Yattığım yerden açık gözümü saatten ayırmıyorum. Ve nihayet o uzun iki saat geçiyor. Bandajı açmaya çalışırken meraktan çatlayacağım, çünkü doktorum lens bir kez takıldığında geri dönüşü olmadığını söylemişti. Ya bundan sonra hep bulanık görürsem ne olacak? Bandajı aralayıp karşıya bakıyorum ve gördüklerime inanamıyorum: her şey pırıl pırıl ve çok keskin. Sanki biri beynimdeki eski tip televizyon üstü  antenini çıkarıp, yerine full HD çanak anteni takmış. Eski tip antenle televizyon izlemişliğiniz varsa ne demek istediğim anlarsınız... Damlalarımı damlatıp gözümü bandajlıyorum yine. Nasıl olsa 4 saat sonra bandajı çıkarma iznim var, bu yeni görüşün keyfini o zaman çıkarırım.

Dört saat de geçiyor, bandajı söküp atıyorum. Damlalarımı damlatıyorum. Damlalar iki saatte bir kullanılmak zorunda, ama iyileşmek için şart. İşin ucunda bu kadar iyi görmek varsa damlatırım tabi ki, ne olacak. Kalkıp evde dolaşmaya başlıyorum. O da ne? Bir anda deli gibi midem bulanmaya başlıyor. Bir kaç adım daha yürüyorum, bu sefer de başım dönüyor. Ne oluyor böyle? Hemen gidip koltuğa oturuyorum ama durum değişmiyor. Gözlerimi kapatınca geçiyor. Biraz bekliyorum gözümü açıyorum... hop yine midem bulanıyor, hatta daha da kötü bulanıyor... kusmak istiyorum... o derece bulanıyor. Hayda! Bu ne şimdi? Telaşlanıyorum. Gözlüğümü takıyorum, o da olmuyor, hatta başım sarhoş gibi dönüyor. Zaten gözlüğümdeki sağ cam ameliyat öncesi cam. Onunla istesem de göremem ki.

O an birden durumu anlıyorum. Bir gözüm iyi görüyor, diğeri eskisi gibi. Beynimdeki eski kayıtlar ve yeni durum çakışınca sistem error veriyor. Yani beyin bu yeni verileri nasıl değerlendireceğini bilemediği için arıza butonuna basıyor. Beynime ve kendime acıdığım için gözümü tekrar bandajlayıp gözlüğümü takıyorum ve bulantı da, baş dönmesi de geçiyor. Sabah bir daha denemeye karar veriyorum, zaten kontrole gitmem gerek, olmadı doktoruma danışırım. Ertesi gün uyanınca bandajı söküp kalkıyorum; mide bulantısı ve baş dönmesinden eser yok. Beynimiz ne muhteşem bir organ böyle, makul bir adaptasyon devresinden sonra duruma hemen alışıveriyor.

Aradan neredeyse üç hafta geçti ve çok iyiyim, hatta öbür gözümü de düzelttirmek için can atıyorum. Bitirmeden önce birkaç kısa not da aktarmak istiyorum. Aklınızda bulunsun.

*O beş günlük su yasağı boyunca kadar duş almak serbest, sadece kafanıza su değmeyecek. Ben de bu sorunu saçlarımı kuaförde yıkatarak hallettim.

*Bir kaç hafta boyunca kafayı denize havuza sokmak da yasak. Ayrıca gözü güneş ışığından da korumak gerek.

*Göz damlaları beş altı hafta devam ediyor. Zaten damla zamanı geldiğinde bunu hissediyorsunuz, gözde bir kuruluk başlıyor.

*Katarakt ameliyatıyla uzak görüşüm tamamen düzeldi. Ama yakını görme kusuru azalsa da düzelmiyor. Yani öyle bir beklentiye girmeyin. Benim yakın numaram 3.5 'tan 2'ye düştü o kadar. Ben ameliyat olan tarafa 0 numara gözlük camı taktırdım, diğer taraf da eskisi gibi duruyor. Yani bir anda gözlüklerden kurtulmuyorsunuz.

*En önemli bilgi de şu: Katarakt ameliyatlı gözleri ömür boyu ovalamak yasak (işte bu bana çok zor geliyor, zira gözlerimi çok ovalarım)

*Bir kaç kişi nerede ve kime ameliyat olduğumu sordu:
Ameliyatım Sgk kapsamında yapıldığı için, para ödemedim, yani sigorta karşıladı. Onun için  nerede ve kime sorularına rahatlıkla cevap verebilirim. Kuşadası Adagöz Hastanesi  Doktor Eser Paşa. Hastane personeli hem çok güler yüzlü hem de çok yardımcı. Doktorum zaten dünya tatlısı. Kesinlikle tavsiye ederim. Kendisine de çok teşekkür ediyorum.

Vakit ayırıp okuduğunuz için çok teşekkür ediyorum.
Sevgi ve Sağlıcakla kalın
Tülay Okcu


10 Eylül 2017 Pazar

Katarakt Günlüğüm 2. Bölüm


Ameliyat günü hastaneye gittim. Korkmadım, endişelenmedim dersem yalan olur. Neticede bilincim yerindeyken gözümü ameliyat edecekler, göz bu başka bir şey değil. Ya gözleri kırpmak istersem, acı duyacak mıyım... nasıl olacak, gibi bir sürü düşünce dolaştı durdu kafamda. Ama herkesin söylediği, "çok basit bir ameliyattır" sözleri beni teselli ediyor nedense. Korkunun ecele faydası yok, bir gayret atlatacağım bunu.
Ameliyattan önce bekleme salonunda beş dakikada bir gözüme damla damlatıyorlar, ama gözüm zaten pek görmediği için, bu damlaların nasıl bir etki bıraktığını anlamıyorum bile. Nedense kafamda hep bir Louise Hay cümlesi dolaşıp duruyor: "Hayatında görmek istemediğin ne var?" Bu sorunun cevabını düşünürken vakit geçiyor ve ameliyathaneye çağrılıyorum. Hadi hayırlısı!



Arkadaşımla vedalaşıyorum sadece, katarakt ameliyatına girerken helalleşmek biraz abartılı olur yani. İçerde ameliyat kıyafeti ve bone giydiriyorlar. Komik görünüyorum, ama olsun . Son bir damla daha damlatıyorlar ve ameliyathaneye giriyorum. Doktorum çok neşeli ve rahat. Güzel. Heyecanlı ve endişeli görünse oradan hemen kaçardım sanırım. Zaten benim heyecanım ikimize de yeter Doktorcuğum, sen zahmet etme.
Ameliyat masasına uzanıyorum ve bana sorulan ilk soru şu: "Ellerinizi bağlamamızı ister misiniz?" Bir anda kendimi kurbanlık koyun gibi görüyorum ve kurban bayramına daha üç gün var, yok kalsın. Uslu duracağıma söz veriyorum ve ameliyat başlıyor.
Yüzüme bol miktarda tentürdiyot sürüp, bir örtü yerleştiriyorlar, sadece ameliyat olacak gözüm açıkta kalıyor, yani öyle sanıyorum, çünkü o damlalardan olacak sadece ışık görüyorum. Gözüm açık kalsın diye bir alet takıyorlar ve ameliyat aşamasının en sevimsiz kısmı bu. Doktorum tatlı, tatlı konuşurken işlem başlıyor. Acı yok, hem de hiç. Güzel. Düşündüğüm kadar kötü değilmiş. "Şimdi çok ışık gelecek ve rahatsız olacaksın", diyor ve gerçekten rahatsız oluyorum, gözümde bir şeyler oluyor ama hissetmiyorum. "

"Şimdi ışık kaybolacak, bunu hiç sevmeyeceksin ama bunu ben yapıyorum diyor ve  ışık gidiyor. Ne oluyor be? Işık nerde? Diğer gözümü korkudan kapattığım için zifiri karanlık. Doktor haklı, bunu hiç ama hiç sevmedim. Ameliyatta tek paniklediğim an bu an işte. Tek düşündüğüm şey şu: "Allahtan bir gözüm daha var! En kötü tek gözle idare ederim." Bu durum belki 20 saniye filan sürüyor, ama bana yetiyor.
"Şimdi ışık dönecek", dediği anda ışık dönüyor... hem de ne dönmek! Gördüğüm renklerin güzelliğini anlatamam. Hani uzaydan galaksilerin rengarenk resimler var ya onlar bin kat güzelini görüyorum. Huşu  içinde renk ve şekilleri izlerken, doktorum kataraktı temizlediğini ve artık lensi takacağını söylüyor. Tamam doktorcuğum, sen nasıl uygun görürsen, ışığım geri döndü ya, iyiyim ben.

Lens takma kısmı az biraz rahatsız ediyor, ama kısa sürüyor. "Lense cila atıp kapatacağım ve ameliyat bitecek", diyor doktorum. Cila? Enteresan... ama ben sadece o iki kelimeyi duyuyorum: Ameliyat bitti. Oh be. Gazam mübarek olsun. Kalkabilirsiniz dediklerinde ayağa fırlıyorum. Gözümü bantlamak için bir koltuğa götürürlerken etrafa bakıyorum. Görüyorum! Görüntü pek matah değil, idare eder, ama görüyorum en azından. Gözümün içini kazıdılar ve ameliyat biteli 10 saniye olmuş ve ben nasıl bir beklenti içindeysem artık... Zaten hemen gözümü bandajladıkları için daha fazla araştırma yapamıyorum. Peki o zaman bandajın çıkmasını bekleyeceğim.        

Devamı yarın 😊


9 Eylül 2017 Cumartesi

Katarakt Günlüğüm 1. Bölüm


Gözlük kullanmaya çok alıştım; yaklaşık 6-7 yıldır uzak yakın gözlüğü kullanıp durumu idare ederken geçen yıl doğru düzgün göremediğimi fark ettim. Beyin görüntüyü tüm olarak algıladığı için sorunun tek gözden kaynaklandığını fark etmiyorsun bile. Ben de suçu gözlük camlarına atıp durmadan camlarını temizlemeye başladım, tik oldu resmen. Ne kadar silersem sileyim kirli pencereden bakıyormuşum gibi. Doktora gittim, "Gözlük camlarını silmeyi bırakabilirsin, çünkü sağ gözünde Katarakt oluşmuş." dedi. Katarakt daha körpecik bir yavru olduğu için, ameliyat için büyüyüp serpilmesini beklememiz gerekir deyip beni yolladı. Katarakt yüz yıl önce körlüğe yol açarken, artık basit bir ameliyatla sorunu ortadan kaldırıyorlar. Bunu bildiğim için çok da önemsemedim. Madem öyle büyümesini bekleyip ameliyat olurum olur biter dedim.

Katarakt normalde yavaş gelişir. Bende öyle olmadı. Benim yavru katarakt beş ay içinde ergenliği filan atlayıp doğrudan yetişkin ve gelişkin bir katarakta dönüştü. Görmem hızla bozuldu, şöyle ki : uzun sıcak bir duştan sonra banyonun aynası buğulanır ve aynada sadece silueti görürsünüz, ama ayrıntı yoktur, işte ben öyle görüyorum. Öbür göz de zaten çok iyi değil ve halihazırda iki gözün işini birden yapsa da yetersiz kalıyor. Merdivenlerden inerken zorlanmalar, yolda tökezlenmeler başladı; televizyonu da anca dibine kadar gidince seçebiliyorum.Her nedense bulutlu havalarda görüşüm daha da bozuluyordu. Çok parlak ışıkta da iyi göremiyorsun. Karşıdan ışık gelince de olmuyor... öyle de olmuyor böyle de olmuyor. Aman işte sadece katarakt dedikleri şeyle yaşamak böyle bir durum işte.

Şimdi romatizmamı doğal yollarla yendiğim için, katarakt için de aynı şeyi denemeye karar verdim. Hemen araştırmaya koyuldum... karşıma bir kaç öneri sürekli çıkınca, aktara koşup hepsini aldım. Hint yağı damlatın yazıyordu, damlattım. Anason, Gojiberry, Yabanmersini, ne varsa yedim ama Kataraktım Nuh diyor, peygamber demiyor.


10 ay beklemişim zaten ve çok sıkıldım. Yolda hızlı yürümeye alışmışım, düşme korkusundan ağır aksak hareket etmek ruhumu sıkıyor. Doktora gidiyorum. Bana müjdeyi veriyor: sol gözümde de katarakt başlamış, görme oranım 80%, sağ gözde ise 20%. Ortalarda öyle Leyla gibi gezinmem boşuna değilmiş meğer, yarı kör durumdayım haberim yok. Hemen ameliyat olmaya karar veriyorum. 
Devamı yarın 😊

11 Ağustos 2017 Cuma

Bir kişinin size yalan söylediğini anlayabilir misiniz?

Yalan söyleyen kişi ne tür davranışlarda bulunur?


  • Yalan söyleyen kişi göz temasında bulunmamaya çalışır, göz göze gelmemek için elinden geleni yapar.
  • Yalan söyleyen ya da bir gerçeği saklayan kişi, ellerini ve kollarını daha az kullanır.
  • Soru sorulduğunda elleri sımsıkı kapanıyor veya avuçları aşağı dönüktür.
  • Ellerini yüzüne ya da boynuna doğru götürüyor olabilir. Bunun haricinde bedeniyle pek temas kurmaz.
  • Verdiği cevap nedeniyle içinin rahat olduğunu göstermeye çalışan kişi belli belirsiz kaçamak bir şekilde omzunu silker.
  • El ve kol hareketleri ile söylediği sözler arasında zamanlama hatası vardır.
  • Şaşırmış, korkmuş ya da mutluymuş rolü yapıyorsa, yüzünde beliren ifade, ağız bölgesiyle sınırlı kalacaktır.
  • Genellikle yalan söyleyen kişinin sırtı dik pozisyonda değildir.
  • Kendisini itham eden insandan uzaklaşmak isteğiyle muhtemelen bakışlarını kapıya doğru çevirir.
  • Konuştuğu insanla ya çok az fiziksel temas kurar ya da hiç kurmaz.
  • İşaret parmağını ikna etmek istedigi kişiye yöneltmez.
  • Kendisini itham eden kişiyle arasına bir takım nesneler koyar.
  • Bilinçaltından sızan gerçek duygular, düşünceler ve niyetler dil sürçmesi şeklinde ortaya çıkar.
  • Karşısındaki kişi anlattığı hikayeye inanana kadar fazladan bilgi vermeye devam eder.
  • Sorulara asla doğrudan cevap vermez, dolaylı olarak ima eder.
  • Yalan söyleyen kişi, ‘ben, biz ve bizim’ gibi zamirleri ya çok az kullanır ya da hiç kullanmaz.
  • Kullandığı kelimeler açık ve net olmayabilir.
  • Sorulan soruya oranla aşırı bir tepki gösterir.
  • Bütün sorularınıza cevap verebilir ama kendisi size soru sormaz.
  • Konu değiştirildiğinde rahatlar ve gerginliği azalır.
  • Haksız yere suçlandığına sinirlenmez. ‘gerçeği söylemek gerekirse’, ‘dürüst olmak gerekirse’ ve ‘neden yalan söyleyeyim ki’ gibi cümleler kullanır.
  • Soruyu önceden düşünmüş ve cevabı hazırlamıştır.
  • Sorunuzu tekrar etmenizi ister ya da soruya soruyla karşılık verir.
  • Konuşmasına, ‘yanlış anlamanı istemem ama’ gibi bir cümleyle başlar.
  • İlginizi dağıtmak için şaka yapar ya da dalga geçer.
  • Daha ayrıntılı açıklama gerektiren konuları sıradan bir şeymiş gibi aktarır.
Kaynak: kisiselbasari.com

20 Temmuz 2017 Perşembe

Üzerlik ya da Nazar Otu



İlginç özellikleri bulunan Üzerlik otu, nam-ı diğer nazar otundan arkeologlar eski yerleşim yeri kalıntılarını bulmak için faydalanırlarmış. Çünkü bu bitki fosforik asit bakımından zengin toprakları tercih eder. Fosforik asit ise insan yerleşimlerinin olduğu yerlerde bulunur. Bildiğiniz gibi insan vücudunda en fazla bulunan elementlerdendir fosfor. Bu açıdan höyüklerin, harabelerin hatta mezarlıkların olduğu yerlerde yetişir bu bitki.




Kadim tarihte, üzerlik otunun yakılması eşliğinde yapılan ayinlerin, insanı ruhsal açıdan arındırdığına inanılırdı. Günümüzde Üzerlik otu gerek yakılarak, gerekse kaynatılıp solunarak bir takım şifa özellikleri aranmaktadır. Eski şamanların, Üzerlik otunu yakarak dumanını solumalarının nedeninin, üzerlik dumanının Dimetiltriptamin (DMT) adlı bir hormonu arttırıcı özelliklerinin olması ve bu hormonun Sodyum  Fluoridin denen beyin için zararlı bir bileşiği dengelemesi ile yaşanan rahatlamadan kaynaklandığı düşünülmüştür. Eski inanışlarda bu otun insanın üçüncü gözünü açtığı ve şamanları transa geçirdiğine inanılmıştır. Üzerlik tohumu tütsüsü kişileri ve mekanları negatif enerjilerden arındıran bir psişik etkiye sahiptir, ama Adaçayı arasındaki fark, üzerlik tohumunun daha sert enerjilerle mücadele edebilme gücüdür. Bu sert enerjilerin, metafizik varlıkların yaydığı frekanslar olduğunu düşünenler vardır.

Peki Ada çayı Yakmak ne işe yarar? Genellikle evde yapılan bu işlem, evdeki negatif enerjinin ortamdan gönderilmesini sağlar. Adaçayı tütsüsü binlerce yıldır birçok ülke ve dinde kullanılmaktadır. İnsanı sakinleştiren bir etkisi vardır.

Ben evde sık, sık adaçayı yakarım. O gün üstümde bir ağırlık varsa, ya da enerjisini sevmediğim insanlar eve gelip gittiyse adaçayı yakarım. Hatta üstüne bir tutam üzerlik otu ve çörek otu serpiştiririm. Bu iş için eski bir tavam var, tohum ve yaprakları tavaya serpiştirip, ocağı yakıyorum; bir süre sonra da tütmeye başlıyor zaten. Tütmeye başladıktan sonra tavayı bütün evde de gezdirebilirsiniz. Kokusu bütün eve yayıldığı için ben bunu yapmıyorum. Deneyin bence.
Sevgi ve sağlıcakla kalın 😊
Tülay Okcu







7 Temmuz 2017 Cuma

Bağırsaklara neden ikinci beyin deniyor?


Bağırsaklar ile insan beyni arasında , başka hiç bir organda olmayan bir bağlantı var. İkinci beyin olarak nitelendirilen bağırsaklar, yediğiniz içtiğinize bağlı olarak duygu durumunu etkileyebiliyor. Ya da ruh haliniz de aynı şekilde bağırsaklarınızı.İnsanlık bunu hep sezmiştir… Hislerin makamı vücudun tam merkezindedir… Orada,midede, heyecandan “kelebekler uçuşur”, öfke mideye “vurur”.

Artık, bilim dünyası da bunu doğruluyor ve karın bölgesi, mükemmel sindirim sistemi, tiksindirici içeriği ile araştırmaların ilgi odağı oluyor.Bilim ve toplum tarafından tabu Kabul edilen ve çirkin görülen bağırsaklar, yüz milyonlarca sinir hücresi tarafından çevrilmiş olup omurgadan daha fazla nörona sahiptir. Nöro bilimcilerin keşfine göre, bu “ikinci beyin” neredeyse kafadaki beynin bir ikizi; hücre tipi, etken maddeleri ve reseptörleri ile kafadaki beynin birebir aynısıdır.
Bağırsaklar vücudun en büyük organıdır ve savunma hücrelerinin % 70’i burada bulunur. Bağırsaklarda bulunan savunma hücrelerinin büyük bir bölümünün bağırsak beyin ile beyine doğrudan bağlantısı vardır. Hücreleri iyi ve kötü diye ayırt etmeyi öğrenirler, bu öğrenilen bilgi hafızalarına kaydedilir ve gerektiği anda yine etkinleştirilir. Bu işlemlerin çoğu, birinci beyinden tamamen bağımsız çalışır. Vücuda zehir girdiği zaman bağırsaktaki ikinci beyin tehlikeyi ‘ilk’ olarak “hisseder” ve kafadaki birinci beyine tehlike sinyalleri gönderir, çünkü tehlike anında kafadaki beyin hazır olmalı, kişi midesinin ne durumda olduğunun bilincinde olup plana göre davranmalı, kusma, kramp ve ishal şeklinde tepki vermelidir.
Her iki beyin arasında, hücre biyolojisi bakımından hayret verici bir benzerlik vardır. Kafatasındaki birinci beyin gibi bağırsaklarda yer alan ikinci beyin de hassas bir idare merkezidir. İkinci beyin, düşünce organımız olan birinci beynimiz ve psikolojik durumumuza etki eden Dopamine, opiat gibi psiko-aktif maddelerin kaynağıdır. Mutluluk hormonu olarak bilinen Serotonin'in % 95'i bağırsaklarda, %5'i beyinde yapılıyor.
Bağırsakların anatomik kıvrımlı yapısı bile beyindeki kıvrımları çağrıştırmaktadır. Bu uzun mesafe boyunca, bağırsaklarda emilimi yapılan besinlerin sevkini mümkün kılmak için birkaç durdurucu ve hareket ettirici sinyallerle ardı ardına uyarım yapılıyor.
İkinci beyin, oldukça duyarlı ve son derece hassas bir dengeden sorumludur. Durdurucu sistem fazla aktif olursa, bağırsaklar o kadar gevşer ki, bağırsak felç olur, bunun sonucunda kabızlık meydana gelir. Eğer hareket ettirici sistem çok fazla aktif olursa, sevkiyat çok çabuk gerçekleşir ve ishal meydana gelir.
Bağırsak beyin yöneticidir de… Kendi sensörlerinden gelen dataları kendisi değerlendirir, işleme koyar, bir takım reaksiyonları kontrol eder, komşu organlara emir verir, enfeksiyonlara karşı savunma ve kas çalışmasını koordine eder. Çok çabuk karar vermek zorundadır ve depolanmış bilgilere ulaşabilir. Organize bir şekilde çalışır. Farklı durumlarda gereken reaksiyonları gösterebilir. İkinci beyinde işbirlikçi (kooperatif) bir sinir sistemi için gereken her şey vardır. Çok az bilgi, beyin tarafından bağırsaklara gönderilir. 

Nöro bilimci doktor Michael Gershon; ‘‘Bağırsak beyin kendi “nöronlarını” geliştiriyor. Kısa zaman önce bilim adamları bağırsaktan beyine giden sinir hatlarının, beyinden karına gidenlerden çok daha fazla olduğunu, öyle ki, bu bağlantıların %90 ının aşağıdan yukarı doğru (bağırsak beyinden-kafa beyine) gittiğini buldular. Peki bu neden böyle? Çünkü o yöndeki bağlantılar çok daha önemlidir. Bağırsaktan gelen sinyaller her yerde mevcuttur, fakat biz bunları bilinçli olarak algılayamıyoruz. Ancak bulantı, kusma veya ağrı gibi alarm işaretleri ile farkına varabiliyoruz. Ama bütün bubilinçaltı, bağırsaklardan kafadaki beyne gönderilen sinyaller organik manalarla yüklüdür.

 Birinci ve ikinci beyni aşağıdan yukarı doğru bağlayan kapsamlı sinir ağında, hayret uyandırırcasına, “karın hissi” ve “sezgisi” görülüp bunun, birinci beynin biyolojik ikizi olarak tanımlanmasıyla artık hiçbir meslektaşı Nöro-Gastroentolog ve Fizyoloji profesörü Emeran Mayer’in görüşünü hafife almıyor. Bu durum, birbirine sıkıca bağlı iki beynin etkileşmesinden doğuyor. Araştırmacılar sonuç olarak kafadaki beyinde, bağırsak beyinden yukarı, kafa beyine doğru yollanan ve bütün mide-karın reaksiyonlarını ve datalarını toplayan bir “duygu-bellek- bankası”nın varlığından bahsediyorlar.

Mesela çok korkutucu olaylarda ortaya çıkanrahatsız edici hisler gibi… Fakat aynı zamanda sevinçli bekleyişlerde ortaya çıkan biyolojik şifreler, mesela aşık olunca “karında uçuşan kelebekler” gibi veya bazı insanlara bakınca ortaya çıkan şaşırtıcı reddetmeler gibi… Bir insan, başka bir olayda benzer bir durumda, bir karar vermek zorunda kalırsa, o zaman bu karar sadece entelektüel bir hesaba göre verilmiyor, her zaman bu muazzam kataloğunda biriktirilmiş duygu ve vücut reaksiyonları da bilinçaltından katılarak bu kararı şekillendiriliyor, yani buna “gut feelings ( karın hissiyatı)” denir.
Kafadaki Beyin Bağımsız Olarak Karar Verdiğini Zannediyor, Hâlbuki O,Bağırsak Beynin Onu Nasıl Yönlendirdiğini Fark Etmiyor Bile…Yani gün boyunca karın beyine hikâye anlatıyor. Ona duygusal profil yaratıyor. Yaşamın her dakikasında beyine bir “duygu yatağı” hazırlanıyor, geceleyin bütün bu sürekli bombardıman rüyaları bile şekillendiriyor.
Kaynak: Geo Dergisi Almanya ve Ntv sağlık
Sağlıcakla ve sevgiyle kalın
Tülay okcu


24 Haziran 2017 Cumartesi

Ağlamak Faydalı Mıdır ?

Gözyaşı temelde üçe ayrılıyor. Bunlardan birincisi devamlı olarak üretilen gözü nemlendiren ve koruyan bazal gözyaşı, ikincisi biyolojik olarak farklı olan gözün temizlenmesi için salgılanan refleks gözyaşı, üçüncüsü ve en ilginci mutlu, üzgün, acı içindeyken veya güçlü hislere kapıldığımız anlarda akan duygusal gözyaşıdır.

Bu gruplar Fisher’ın yaptığı mikroskobik çalışmalarda enteresan bir şekilde gözlenmiş.Yani gözyaşlarımız aslında yapısal olarak da gruplarına göre farklılıklar gösteriyor.


Ağlamak üzgün olduğumuz zamanlarda sıklıkla karşılaştığımız bir durumdur. Peki, neden duygulandığımız zamanlarda ağlıyoruz? Yapılan araştırmalar gösteriyor ki aslında üzgün olduğumuz için değil, üzgün olmayı atlatmak için ağlıyoruz.
Yapılan kimyasal analizlerde, duygusal gözyaşının içinde bulunan lösin enkefalin adlı maddenin doğal ağrı kesici rolünü üstlendiği belirlenmiş. Buna bağlı olarak da duygusal gözyaşı vücudumuzda  stres durumunda salgılanan kimyasalların seviyesini düşürerek stres seviyesini de dengelemiş oluyor. Ayrıca duygusal gözyaşının içinde serotonin (insanda mutluluk, canlılık ve zindelik hissi veren madde) ve prolaktin (süt üretimini düzenleyen hormon) gibi maddeler bulunduğu da biliniyor.
Ağlarken beynimizde neler oluyor?
Japonya’da 2008’de yapılan bir deneyde, insanlara acıklı bir film izletip duygulandıklarında beyinlerinin prefrontal medial korteksi (dış dünya ile ilgili algılar, dünya hakkındaki düşünceler, bedenin kendisindeki olaylar hakkında bilgisinin olduğu bölge) aktifleşmesinin arttığı, ağlamaya başladıklarında ise bunun üzerine keskin bir artış daha olduğu izlenmiş.
Şöyle bir bakacak olursak her olayda sistemli bir şekilde çalışan beynimizin duygulanıp ağladığımızda bile bundan ödün vermediğini muhteşem bir şekilde görüyoruz.

 Kaynak: nbeyin.com.tr

Sevgiyle ve Sağlıcakla kalın

Tülay Okcu

23 Haziran 2017 Cuma

Akıllı Telefonlar Ve Sosyal Medya Bağımlılığın Yarattığı Psikolojik Rahatsızlıklar

Akıllı telefonlar bedenimizin uzantısı haline gelmiş durumda, çoğumuz sabah gözümüzü açar açmaz ilk olarak sosyal medyaya bakarız. Ama gelişmelerden uzak kalmamak adına yapılan bu masum takipler sayesinde nur topu gibi yepyeni psikolojik rahatsızlıklar da gelişti. Bakalım bunlar nelermiş:

FOMO

İnternetteki gelişmeleri takip edememe, kaçırma korkusu. Belirtileri de şöyle: sürekli sayfa yenileme isteği, sosyal medya arkadaşların durumlarından haberdar olma isteğine karşı koyamama, sosyal medyada online olmadığı zamanlar kaygılı hissetmek, paylaşımlara yeteri beğeni gelmediğinde ruhsal çöküntü, arkadaş ve aile ortamında minimum seviyede diyaloglar. Sürekli internet üzerinden mesajlaşmak insanları sosyal hayattan uzaklaştırıyor. Uzmanlar bu gelişmeleri "Başparmak Nesli" olarak değerlendiriyor.

NOMOFOBİ

İngilizceden gelir: "No Mobile Phonia", yani cep telefonu yoluyla iletişimin kesilmesi kaygısı. Kişi telefondan haber alamamaktan korkar ve panikler. Bu paniğin yanında nefes darlığı, titreme, baş dönmesi olabilir. İnsanların yaklaşık 55% telefonu kaybetme veya batarya biterse ulaşılamaz haline gelme endişesi taşır.

SOSYAL MEDYA DEPRESYONU

Depresyon ve sosyal medya üzerine yapılan araştırmaya göre sık ve uzun süre boyunca sosyal medya kullanan kişilerin depresyona daha yatkın olduğu ortaya çıktı. Özellikle genç yetişkinlerde idealize edilmiş paylaşımlardan dolayı kıskançlık yaşanabiliyor. Maddi manevi yoksunluk hissedip, kendisinden başka herkesin daha mutlu olduğunu düşünebiliyor. Sosyal medya kullanımı internet bağımlılığını tetikleyebiliyor.

Sağlıcakla ve Sevgiyle kalın


Tülay Okcu

16 Haziran 2017 Cuma

Neden başkasının acısını, kendi acımız gibi hissederiz?

Neden film izlerken acı çeken bir çocuğun acısını paylaşırız, hüzünleniriz? Neden gözümüz önünde acı çeken bir hastanın yanında biz de o acıyı çekiyor gibi oluruz veya korku filmlerinde doğranan bir ceset gördüğümüzde adeta kendi bedenimiz kesiliyormuş gibi bir hisse kapılıp ürkeriz.. Veya eşler ne oluyor da eşinin canı sıkkın olduğunda bunu hemen algılayabiliyor ya da bir çocuk nasıl oluyor da babasında gördüğü kompleks bir davranışı kolayca taklit edebiliyor.


Tüm bu süreçlere cevap olacak şekilde İtalyada Parma Üniversitesi’nden Giovanni Rizzolatti, Vittorio Gallese ve ekibi 1996 yılında, makak maymununun beyninin ön lobunda ‘ayna nöron’ adını verdikleri değişik bir motor nöron hücresi keşfettiler..
Bu keşif insan davranışlarını anlamada çok önemli bir yere sahiptir. Yine bu keşfin ne kadar önemli olduğunu V.S.Ramachandran “Ayna nöronlar bilim dünyası için DNA’nın keşfinden daha önemli bir aşamadır” diyerek ifade etmiştir.
Bu keşifle insan psikolojisini ve davranışlarını anlayabilmek ve açıklayabilmek için nörobiyolojik temellerin ne kadar önemli olduğu bir kez daha anlaşılmış oldu.
Ayna nöronlar, temel olarak karşımızdakinin duygularını anlamaya, düşüncelerini ve davranışlarını kestirebilmeye, insanların kompleks davranışlarını taklit edebilmeye ve yorumlamaya yarayan özel nöronlardır. Ayrıca günlük hayatta kullandığımız empati kavramının nörobiyolojik tanımıdır diyebiliriz.
Bilim insanları beynimizin bazı olayları otomatik olarak fark ettiğini veya başkalarının davranışlarını taklit ettirdiğini biliyordu, fakat beynimizin bunu nasıl yaptığını ayna nöronlarının keşfiyle açıklamış oldular.
Kaslarımızı kullandığımızda yani herhangi bir hareket yaptığımızda beynimizde bulunan motor nöronların uyarıldığını biliyorduk ama ayna nöronlar bize başka bir gerçeği göstermiş oldu. Aslında o hareketi başka biri yaparken onu izlediğimizde de ayna nöronlar uyarılıyor. Örneğin, karşınızda acı çeken bir çocuk gördüğünüzde ayna nöronlar devreye girer ve siz sanki acı çekiyormuşsunuz gibi hisseder ve hüzünlenirsiniz. Bir arkadaşınız başarılı bir işe imza attığında siz de onun gibi sevinirsiniz ve sevincini paylaşırsınız.
İnsanların ne hissettiklerini anlayabilmek aslında onların davranışlarını izlememizde yatıyor. Bu noktada ayna nöronlar kişiler arası etkileşim ve iletişimimizde de önemli rol oynuyor. Empatik becerileri gelişmiş bireylerin toplumda daha kolay ve sağlıklı iletişim kurmasının temeli de yine ayna nöronlarından kaynaklanmaktadır.
Böylece ayna nöronlar insan davranışları ve psikolojisinden bir çok sosyal duruma kadar açıklık getirmiştir. Son derece önemli bir gelişme olarak tarihe geçmiştir.
Doç. Dr. Sinan Canan’ın tarif ettiği gibi hepimizin mutfağında bulunan malzemelerden yapılmış 1.4 kg ağırlığında evrendeki en karmaşık yapıyı anlamaya çalışıyoruz. Bu son derece kompleks yapı bizi hayret ettirmeye devam ediyor.
Hayret edin! Hayret yeteneğinizin kaybolmasına izin vermeyin. Evrendeki en büyük ziyanlardan biri de hayret yeteneğini kaybetmiş bir beyindir.
Kaynak: nbeyin.com.tr

Sevgi ve Sağlıcakla kalın
Tülay Okcu



10 Haziran 2017 Cumartesi

Öfkeli olmak neden hoşuma gidiyor?



Bir şeylere öfkelendiğimde bundan hoşlandığımı fark ettim. Sinirlendiğimde sakinleşmek istemiyorum. Kızmama neden olan şey ortadan kalktığında bile öfkem geçmiyor....
Öfke duygusuna yol açan pek çok sebep var. Öfkemizin altında yatan kırgınlık, suçluluk, güvensizlik, güçsüzlük ya da aldatılmışlık hissidir. Bazı durumlar karşısında öfkelenmek normal bir tepki iken kızgınlığınızın devam ettirmek sağlıklı değildir. Bu tutum depresyon da dahil olmak üzere pek çok psiklojik ve fiziksel rahatsızlığa sebep olur.
Öfke çok güçlü bir duygudur ve yüzleşmek ya da sorgulamak istemediğimiz birtakım hislerinizi bastırmanıza  yardım eder. Söz konusu olan duygusal boşluk olabilir. Bu durumda öfke kendinizi daha canlı hissetmenizi sağlar. İçinizdeki boşluğu doldurmanın tek yolu olarak öfkeyi görebilirsiniz. . Öfke, hissetmenizi ve bir şeyi tutkuyla istemenizi sağlar. Kendinizi motive etmek için acı duymaya gereksiniminiz vardır. Başkalarının sizi dinlemelerini ve saygı duymalarını sağlamanın tek yolu öfkelenmek olduğunu düşünüyorsunuz. Ancak sinirlendiğinizde ciddiye alındığınızı düşünüyorsunuzdur.


ÖFKENİN BAŞKA DUYGULARI MASKELEYİP MASKELEMEDİĞİNİ İNCELEYİN
Öfkelendiğiniz hangi olay veya durum bunu tetikliyor? Öfkelenmeden hemen önce ne hissettiğinizi tam olarak tespit edin. Öfke kırgınlığınızı, yetersizlik hissinizi, suçluluk duygusunu ya da endişelerinizi mi bastırıyor? Bunlar yüzleşmediğiniz duygulardır ve siz de öfkenizi bir savunma mekanizması olarak kullanarak bu duyguları bastırırsınız.
ÖFKENİN TEMELİNDE ENDİŞE VARDIR
Öfkelenmeniz için önce korkmanız gerekir. Korkunuzun kaynağını araştırın. Korkunuza yakından bakın ve tarafsız bir gözle inceleyin. Artık olumsuz duygularınızdan daha fazla kaçmayın; bunlarla dürüstçe yüzleşin. Öfkenizin kaynağını anladığınızda, üzerinizdeki etkisi ortadan kalkacaktır.
Heyecanı başka yollarda arayın. Önce dibe vurup, sonra dramatik bir şekilde durumu kurtarmak size etkileyici gelebilir. Bir kez daha düşünün. Yıllar boyunca, aslında kaçabileceğiniz durumlardan kaçmayarak gereksiz yere acı çektiniz.Gerçekten bu şekilde yaşamaya devam etmek istiyor musunuz? Başkalarının sizi dinlemesini sağlamanın yolu kaba saba davranmak değildir. Aslında herkes kaba güç gösterisinin korkaklık olduğunu bilir. Hiçbir şey, alçak sesle fakat kendinden emin bir şekilde söylenmiş sözler kadar etkili olamaz.
Güç, tutku ve cesareti örnek alın, öfkeyi değil. Saldırganlık ile iddialı olmak arasındaki farkın bilincine varın.

Kaynak: David J. Lieberman,  Anında Analiz

Sağlıcakla ve sevgiyle kalın
Tülay Okcu


9 Haziran 2017 Cuma

Kalsiyum eksikliğinin zaraları

Beden sağlığı açısından en önemli minerallerden biridir kalsiyum. Vücudumuzda bulunan kemik yapısının ve dişlerin sağlıklı bir şekilde ayakta kalmasını sağlar. Her birey kalsiyum gereksinimi karşılayacak derecede kalsiyum içeren besinler tüketmeye özen göstermelidir. Vücuda alınan kalsiyum öncelikle kemiklerde depolanır. Ve uzun süreli kalsiyum alınmaması durumunda, vücudumuz kemiklerde depoladığı kalsiyumdan kullanmaya başlar.

Bu durumun uzun süreli olması, kemiklerin güçsüzleşmesine ve vücudun olumsuz şekilde tepkimeler vermesine yol açar.
Kalsiyum eksikliğinin zararları, yaygın olarak bilindiği gibi sadece diş çürükleri ve kemiklerin kolay kırılması ile sınırlı değildir. Aynı zamanda yeterli miktarda kalsiyum ihtiyacı karşılanmadığında, kaslar üzerinde, sinir sistemi üzerinde ve kalbin düzenli çalışmasında olumsuz etkiler meydana getirebilir.
Kalsiyum eksikliğinin zararlarından bir diğeri ise kanın pıhtılaşmasında oynadığı büyük rolden vücudu mahrum bırakmasıdır.
Özellikle çocuklar için kalsiyum çok önemlidir. Çocuk gelişiminde kalsiyum ihtiyacının tamamıyla karşılanması gerekmektedir. Aynı şekilde gebe bayanlar ve bebekler içinde kalsiyum eksikliği zararlara yol açabilmektedir. Örneğin bebeklerde gelişim bozukluklarına neden olabilir.
Kalsiyum eksikliğinin zararları vücudumuzda hani hastalıklara yol açar? Başlangıçta kemik erimesi, eklem ağrıları, el ve ayaklarda ağrılar, uykusuzluk, sinirlilik, kalp çarpıntısı, yüksek tansiyon, depresyon gibi hastalıklara neden olmaktadır.

Kalsiyum eksikliğinin zararları olduğu gibi, kalsiyumun fazla alınmasının da zararları görülmektedir. Kemiklerde kireçlenme ve böbrek taşı gibi sağlık sorunları ortaya çıkabilmektedir.
En fazla kalsiyum içeren besinler süt ve süt ürünleridir. Buna bağlı olarak sebzelerde de kalsiyum bulunmaktadır. Fındık, fıstık, keçiboynuzu ve balıkta kalsiyum içeren besinler arasındadır.
Kalsiyum eksikliği belirtileri başladığında doktora başvurmanızda ve tedavi için destek almanızda büyük fayda vardır.
Kaynak:  saglik.zararlari.com
Sağlıcakla ve sevgiyle kalın
Tülay Okcu




Magnezyum eksikliği belirtileri


Bu sorun, magnezyumun kan tahlillerinde gözükmemesi nedeniyle genelde tanı koyulması zordur . Magnezyumun sadece %1’i kan akışında saklanmaktadır. Ayrıca, doktorların çoğu magnezyum düzeyini tahlillere eklemez ve bu nedenle magnezyum eksikliğine sahip olup olmadığınızı bilemezsiniz.

Amerika Birleşik Devletleri gibi sanayileşmiş ülkelerdeki çoğu insanda magnezyum eksikliği olduğu ancak bundan çok az insanın haberi olduğu düşünülmektedir. Bu eksikliğin beraberinde birçok hastalığı getirebileceğini not etmekte yarar vardır.


MAGNEZYUM EKSİKLİĞİ HAKKINDA BİLMENİZ GEREKENLER
Magnezyum su, oksijen ve temel besinlerden sonra vücudumuzdaki en önemli minerallerden biridir. Bu, vücudun gelişimi açısından, her üçünün düzenlemesinden sorumlu olduğu için kalsiyum, sodyum ve potasyuma göre daha önemli olmaktadır.
Magnezyum eksikliğinin en yaygın belirtilerinden biri aşırı susama ve her gün bol miktarda su veya sıvı tüketimi olmaktadır. Bunun nedeni, vücudunuzun gıdadan gerekli besinleri almaması ve vücudunuzun bunu hidrasyon isteğiyle ifade etmesidir.

Magnezyum eksikliği uyku döngülerinizi bozabilir, stresi arttırabilir veya atletik yeteneklerinizi azaltabilir. Bu, her şeyden fazla yaşam kalitesini etkilemektedir. İlk belirtiler neredeyse algılanmayacak kadar hafiftir. Ardından bacak ağrıları, ayak ağrıları veya kaslarda sancılar gibi daha hassas bir seviyeye ulaşmaktadır. Belirtiler ağırlaştıkça hissizlik, kasılma, sık sık karıncalanma ve aşırı durumlarda koroner spazmları, kişilik değişikliği ve anormal kalp atışları deneyimlenmektedir.
Magnezyum eksikliği özellikle kaslar olmak üzere vücudunuzun bütün organlarını etkileyebilmektedir. Bu nedenle bol miktarda ağrı, gerilme, kasılma veya spazm deneyimleyebilirsiniz. Çene ekleminde bozukluklar, baş ağrıları veya nefes zorluğuna neden olan göğüs sıkışması da gerçekleşebilmektedir.
Bu aynı zamanda kabızlık, adet krampları, idrar yaparken spazmlar, yutkunmada güçlük, ışık hassasiyeti, sese karşı aşırı duyarlılık, sinir sisteminde etkilenme, uykusuzluk, anksiyete, panik atakları, hiperaktivite, agorafobi, PMS, karıncalanma hissi ve kararsızlığa neden olan kas kasılmalarına neden olmaktadır.
Kalp ve damar sistemine istinaden, magnezyum eksikliği aritmi, çarpıntı, göğüs ağrısı (anjin), arterlerde spazm, hipertansiyon ve mitral kapak sarkmasına neden olabilir.

MAGNEZYUM NİÇİN BU KADAR ÖNEMLİDİR?

Vücudunuzun tüm işlevlerini yerine getirebilmesi için magnezyuma ihtiyacı bulunmaktadır. Hücreler magnezyum sayesinde hayatta kalırlar. Magnezyum enzimlerin çalışması için gereklidir ve proteinleri, karbonhidratları ve yağları sentezlemektedir. Ayrıca enerji üretimi açısından da önemli bir role sahiptir. Kısacası, bir magnezyum eksikliği vücudun tüm sistemlerini etkilemektedir. Bol miktarda magnezyum içeren su, bu eksikliği giderebilmektedir.
Bu mineral eksikliğinin ayrıca Diyabeti tetikleyebileceğinin de not edilmesinde yarar vardır. Bazı araştırmalara göre, magnezyum eksikliği olan hastalar kan şekeri üretiminde sorunlara karşı daha yatkın olmaktadır.


GÜNLÜK DİYETE NASIL MAGNEZYUM KATABİLİRİM

Önerilen günlük magnezyum miktarı erkekler için 300 miligram ve kadınlar için 280 miligramdır. Hamile kadınlar 350 miligram tüketmelidir. Magnezyum başlıca fındıklarda (badem, kaju, ceviz veya benzeri) ve bakliyatta (bezelye gibi) bulunmaktadır.
Magnezyum açısından zengin bir günlük rejimi aşağıdaki şekilde uygulayabilirsiniz:
Kahvaltı: Düşük yağlı süt içeren çay ve iki dilim kepekli ekmek/tost.
Ara öğün: 10 adet fındık veya 10 adet badem
Öğle yemeği: Bir fincan çiğ ıspanak, 120 gram doğal ton balığı ve 1 fincan tam tahıl pişmiş pirinç. Tatlı için iki adet doğranmış ceviz içeren hafif bir turta.
Ara öğün: düşük yağlı süt, tahıl ve bir elma
Ara öğün: Bir avuç dolusu kuru üzümle birlikte 2 adet pirinç veya yulaf ezmesi kurabiyesi.
Akşam yemeği: Tavuk göğsü, pazı püresi ve domates ve salatalık salatası. Tatlı için yarım fincan çilek.

Kaynak: sagligabiradim.com
Sağlıcakla ve sevgiyle kalın
Tülay Okcu